System Crasher (2019) - Systemsprenger


System Crasher (2019)
Systemsprenger

IMDb

İlk gösterimi 2019 yılında Berlin Film Festivali’nde gerçekleşen ve Gümüş Ayı ödülünü kazanan System Crasher (Systemsprenger), Alman yönetmen Nora Fingscheidt’ın ilk uzun filmi… Bu film için en başta söylenmesi gereken şey; çok önemli, ağır ve gerilimli bir film olduğu. Bu önem ve ağırlık özetle söylenecek olursa; hem konusunun hem oyuncuların hem de kameranın müthişliğinden mülhem denebilir. Toplumsal yaşam muhtelif katmanlardan oluşuyor ve bunlar kendi içinde kurallara, düzenlere yani sistemlere sahip. İşte bu filmin derdi de sistemle. Ama dikkat; sistemin işleyişi ile değil bizatihi sistemin kendisiyle ya da otoriteyle alâkalı bir derdi var anlatmak istediği. 


Hayatımızı nasıl yaşayacağımıza bir sistem mi karar vermeli? Yoksa doğal yolunda bir ırmak gibi akıp gitmeli mi? Kimi zaman durgun salınan kimi zaman bir çağlayan gibi coşan. Film bu zor soruları dokuz yaşında küçük kız Benni’nin özgün ya da sıra dışı kişiliği üzerinden izlettiriyor bizlere. Bebekliğinde yaşadığı bir travmadan mı yoksa kendi yapısından mı kaynaklanıyor ben tam çözemedim… Ancak çok öfkeli ve bunu kontrol edemeyen Benni aynı zamanda sevgi ve şefkatin ne olduğunu da iyi bilen bunları yaşamak isteyen, az rastlanır uçlarda yaşayan acı-tatlı bir çocuk. Bir nevi çelişki denizinde yüzüyor. 


Annesi bakamadığı iddiasıyla onu devletin sosyal bakım sistemine teslim ediyor. Oysa annesinin evinde iki çocuğu daha var ama onlara bakabiliyor. Belki de Benni’ye bakmak istemiyor, ağır geliyor bu dümdüz kadına bu çetrefilli çocuk. Görünürde Benni’nin tek istediği annesiyle birlikte yaşayabilmek. Gerçekte derdinin ve öfkesinin kaynağı nedir? Bu öfke zaman zaman seyredeni bile çıldırtabiliyor. Varın düşünün ona bakmakta olan sosyal görevlilerin halini. Bazen de nasıl çocuklaşıyor nasıl sevecenleşiyor. Aslında hepimiz böyle değil miyiz? Benni sadece sınırları aşıyor hepsi bu mu acaba?


İçine doğduğumuz sistemleri kabaca ikiye ayırırsak doğal olarak yaşadıklarımız birincisi olsun. Bu birincisinin ilk örneği; bir kadın hamile kalıyor ve bir çocuk doğuyor. Kadın ya da aile çocuğu yetiştiriyor. Bu bir sistem işte. Mükemmel mi? Yani aile iyi bir işleyişi olan bir birim mi? Ya da aile gerçekten doğal bir kurum mu? Bunlar da tartışılıyor elbette. Sistemlerin ikincisine gelirsek; bir de insanların toplumsal olarak oluşturdukları kurumlar yani sistemler var. Sosyal devlet mesela. Benni’ye bakan sistem bunlardan işte. Okul var bir de eğitim sistemi olarak.

Benni özellikle okula gitmek istemiyor. Nefret ediyor okuldan, bayılırım okuldan nefret eden çocuklara! Bakıcılarıyla arasındaki temel sorun bu ve annesiyle yaşamak istemesi. O zaman doğal yapımıza uymuyor mu bu insanların oluşturduğu görece yapay toplumsal kurumlar. Bundan mı isyan ediyor Benni. Kendi öz annesinin yerini doldurmuyor mu sosyal görevli bakıcılar. Oysa nerdeyse annesinden daha şefkatliler Benni’ye karşı. Ama dedik ya sorun işleyişle değil sistemin kendisiyle. Benni’nin asıl derdi, benim anladığım kadarıyla kendi özgürlüğü ve otorite karşıtlığı ile ilgili. Ne yazık bu özgürlük arayışını - en azından şimdilik - ne isterse olsun olmazsa suç ve şiddet modunda yaşıyor.


Senaryo anlatmaya çalıştığımız gibi çok güzel sorular soran bir metin. Oyuncular tabii özellikle Bernadette 'Benni' Klaaßi’ye resmen can veren Helena Zengel müthiş sahici ve yaratıcı zehir gibi bir oyun çıkarmış. Aslında oynamamış yaşamış Benni’yi. Yaşından beklenmeyecek bir başarı koymuş orta yere. Beni en çok etkileyen diğer karakter ise uzun zamandır Benni’yle birlikte olan sosyal görevlilerden Bafané idi. Ne naif, sabırlı ve şefkatli bir kadındı. Oyuncu Gabriela Maria Schmeide harika oyun çıkarmış. Hele artık dayanamayıp yere oturup ağladığı sahne… Ne denir yumruk gibi indi ve müthişti…

Filmin yönetmen ve senaristi Nora Fingscheidt başarılı bir iş çıkarmış bir tebrik ona burdan duyarsa. El kamerasıyla çekilmiş film. Bu da olan bitene Benni’nin gözüyle bakmamızı sağlamış zira kamera çok oynak ve ne yapacağı meçhul gösteriyor Benni’nin dünyasını bize. Oldukça etkileyici zaman zaman rahatsız edici bir film. Ama sonu çok güzeldi. Hep söylerim filmlerin kamerası da başlangıç ve sonları da afiş gibi olmalıdır. Bu filmin kamerası da sonu da tam tamına öyle. Onun kadar olmasa da Truffaut’nun Les Quatre Cents Coups (1959) - The 400 Blows filminin efsanevi sonu ve kamerası gibi çok cuk oturmuş filme de sonuna da… 




tt8535968

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Night Flight (2014) - Ya-gan-bi-haeng

Brotherly (2008) - Kısa Film

Bouwdorp (2014) - Scrap Wood War