Erken Kaybedenler ~ Emrah Serbes
Erken Kaybedenler
Emrah Serbes
Önsayfada Cemil Meriç’in düşünce dalgalarında sörf yaptığı aforizmalar kitabı Jurnal Cilt I’den alıntıyla başlıyor kitap...
Ve akıp gidiyor. Sekiz birbirinden güzel hikâyesiyle… Kitabı bu iletiyi yazmak için tekrar elime aldığımda şaşırdım. Hiç bir yerinin altını çizmemişim. Bir an şüpheye düştüm. Biri benim kitabımı alıp yerine bunu mu koymuş diye. Ama hayır bu benim ki. Tanırım hangi kitabı neresinden eskittiğimi.
Okumaya başladığımda tekrardan, anladım neden hiçbir kelimenin, cümlenin altı çizili değil. Çünkü çizmeye başlasan kitabın baştan sona her satırının altını çizmen gerek. Herbir cümle tokat gibi. Bambur bumbur girişiyor. Ama olumlu anlamda ha. Diriltiyor insanı.
AnKara polisiyeleriyle tanıdığımız Emrah Serbes, bu defa direksiyonu kırıyor ve edebiyatımızda pek de işlenmemiş bir başka meseleye el atıyor. Erkek çocukların enerjik, hüzünlü, alengirli dünyasına giriyoruz… Erken Kaybedenler... Yoldan çıkmış bir neslin manifestosu... devamı
Her bir hikâyeden bir tutam tadımlık…
Birinci hikâye ~ Anneannemin Son Ölümü
Oy pusulamızı alıp paravanın arkasına gitmiştik. ‘Evet’ mührünü aldım,
“Kime oy vereceksin anneanne?” diye sordum.
“Bilmem, kime verelim?”
Düşündüm, sorumluluk altında hissettim kendimi, “Boş atalım istersen,” dedim.
“Buraya kadar boşuna mı yürüdük?”
Saadet Partisi’yle TKP arasında kararsızlık yaşıyordum.
Genellikle muhafazakâr bir insanımdır ama komünizm heyecanını da her zaman yaşamak istemişimdir.
“Anneanne sen solcu musun?” diye sordum.
Sonuçta oy onun, ben sadece yardımcı olmaya çalışıyordum.
“Bir şeyci değilim,” dedi.
“Her türlü manipülasyona açıksın yani.”
“Evet.”
“Bu yaştan sonra komünizm heyecanını yaşamak ister misin?”
“İsterim.”
“O zaman oyumuzu Türkiye Komünist Partisi’ne verelim mi? Onlar da seksen dört yaşındaymış, sen de seksen dört yaşındasın. Broşürlerinde okudum
İkinci hikâye ~ Zannettiğin Gibi Değil
“Adım ne benim?” diye bağırdım.
Bardaki uğultu bir anda kesildi. herkes bize döndü.
“Neden susuyorsun Serhat?” diye sordum bize bakanlara dönerek. “Çünkü benim adım yok, adımı çaldın benim! Serhat’ın kardeşiyim ben. Benim adım Serhat’ın kardeşi. Ne bok yersem yiyeyim Serhat’ın kardeşiyim. Ağzımla kuş tutsam da değiştiremem artık bu gerçeği…”
“Kardeşim lütfen…“
"Bu kadar başarılı olmak zorunda mıydın? Hayatın önüne çıkardığı bütün fırsatları değerlendirmek zorunda mıydın? Bütün kız arkadaşların mavi gözlü olmak zorunda mıydı?”
Üçüncü hikâye ~ Korhan Abinin Kardeşi
Erhan takımı kurdu. Ben kaledeyim yine, maçtan ziyade yeni eldivenlerimle ilgileniyordum. Aycan geldi, tam taşın yanında durdu. Saçlarını iki yana örmüştü, üstünde beyaz bir palto vardı.
“ Ne haber” dedi.
“İyilik sağlık.” dedim.
Bir iki hafif plase geldi. Lüzumsuz plonjonlarla kurtardım.
“Ayakların yerden kesiliyor” dedi. “Çok güzel uçuyorsun”
Kabuk bağlayan dirseklerimi ovarken teşekkür ettim.
”On beş tatilde ne okuyorsun.” diye sordu.
“Orhan Kemal.” dedim. “Kornerden sonra konuşalım!”
Muz bir orta geldi, çift yumruk çıktım. Top orta sahaya kadar gitti. Eldivenlerde bir hasar var mi diye baktım, pırıl pırıldı.
“Hangi kitabı.”
“Unuttum” dedim.
“Kavgalı bir şeydi. Sen ne okuyorsun?”
“Sait Faik.”
“Hangisi?”
“Havada Bulut.”
“Güzel mi?”
“Yarısına geldim.”
“ Okuduktan sonra bana da ver.”
“Altını çizmeyeceksen olur” dedi. Çünkü kitap babasınınmış.
“ Ne haber” dedi.
“İyilik sağlık.” dedim.
Bir iki hafif plase geldi. Lüzumsuz plonjonlarla kurtardım.
“Ayakların yerden kesiliyor” dedi. “Çok güzel uçuyorsun”
Kabuk bağlayan dirseklerimi ovarken teşekkür ettim.
”On beş tatilde ne okuyorsun.” diye sordu.
“Orhan Kemal.” dedim. “Kornerden sonra konuşalım!”
Muz bir orta geldi, çift yumruk çıktım. Top orta sahaya kadar gitti. Eldivenlerde bir hasar var mi diye baktım, pırıl pırıldı.
“Hangi kitabı.”
“Unuttum” dedim.
“Kavgalı bir şeydi. Sen ne okuyorsun?”
“Sait Faik.”
“Hangisi?”
“Havada Bulut.”
“Güzel mi?”
“Yarısına geldim.”
“ Okuduktan sonra bana da ver.”
“Altını çizmeyeceksen olur” dedi. Çünkü kitap babasınınmış.
Dördüncü hikâye ~ Denizin Çağrısı
Babam, “Kova mı alayım deniz yatağı mı?” diye sordu.
Yine aynı çıkmazdayız. Tek çocuk olmanın hiçbir avantajını yaşatmadılar bana. Üç kardeş de olabilirdik. Biri kova isterdi, biri kamyon biri deniz yatağı. O zaman ne yapacaktın bakalım.
“Deniz gözlüğü al,” dedim.
Hemen kutusundan çıkarıp taktım, plaja dönerken babam, “Yolda çıkar, denizde takarsın” dedi
“Yok böyle daha zevkli,” dedim. “Karada takınca pilot gibi hissediyor insan kendini. Herkes bana bakıyor.”
Beşinci hikâye ~ Cahide
“Cahide o tıynette bir kız değil.” dedim bizim çocuklara.
“Babası dövmüş, orospu olmasa babası niye dövsün.” dediler.
“Başka bir sebeple olmasın”
“Mobiletin arkasında görmüşler. Orospu olmasa elalemin mobiletine niye binsin.”
Bütün kanıtlar ortadaydı, başımı öne eğdim. Biri, “Tıynet ne lan?” diye sordu, cevap vermedim.
“Annesi olmasın!” dediler.
“Yok lan o Kıymet”
Altıncı hikâye ~ Üst Kattaki Terörist
Yine aynı çıkmazdayız. Tek çocuk olmanın hiçbir avantajını yaşatmadılar bana. Üç kardeş de olabilirdik. Biri kova isterdi, biri kamyon biri deniz yatağı. O zaman ne yapacaktın bakalım.
“Deniz gözlüğü al,” dedim.
Hemen kutusundan çıkarıp taktım, plaja dönerken babam, “Yolda çıkar, denizde takarsın” dedi
“Yok böyle daha zevkli,” dedim. “Karada takınca pilot gibi hissediyor insan kendini. Herkes bana bakıyor.”
Beşinci hikâye ~ Cahide
“Cahide o tıynette bir kız değil.” dedim bizim çocuklara.
“Babası dövmüş, orospu olmasa babası niye dövsün.” dediler.
“Başka bir sebeple olmasın”
“Mobiletin arkasında görmüşler. Orospu olmasa elalemin mobiletine niye binsin.”
Bütün kanıtlar ortadaydı, başımı öne eğdim. Biri, “Tıynet ne lan?” diye sordu, cevap vermedim.
“Annesi olmasın!” dediler.
“Yok lan o Kıymet”
Altıncı hikâye ~ Üst Kattaki Terörist
Ağbim yirmi yaşında bu vatan için şehit oldu. Siz büyük şehirlerin ışıklı bulvarlarında elinizi kolunuzu sallayarak rahatça yürüyebilin diye o gitti Çukurca’da mayına bastı. Ben yedi yaşındaydım o zaman. Cenaze günü çok güzel bir komando üniforması çektiler üstüme, mavi bereli. Ağlarsam teröristlerin sevineceğini söylediler, tuttum kendimi, hiç ağlamadım. Ağbimi taşıyan cemse önümüzden geçerken dimdik durdum, asker selamını çaktım ay yıldızlı tabuta. devamı
Yedinci hikâye ~ Alçakgönüllü Arzular
Yine boş bulundu, saçımı okşadı ensesinden tuttum, kendime çektim, dudaklarından öptüm. Kendini kurtardı, gözleri pörtledi. Açık hava konserlerinde annesini kaybetmiş çocuklar gibi dehşetle baktı bir an. Ama suç onda, benim gibi adamları, nasılsa on üç yaşındalar, daha çocuktur diyerek, ay ne sevimlisin tarzında sıfatlarla baştan çıkarmayacaksın güzelim, tutar öperler, kalırsın öyle. Gizem, ilk şaşkınlığını attıktan sonra sert bir tokat çıkardı. Sinirinden çenesi titriyordu. “İtoğluit!” diye fısıldadı. Çantasını alıp kalktı. Hırsını alamadığından olsa gerek döndü, bir de tekme salladı. Sandalyeden düşüyordum az daha.
Bütün bunların altı saniye içinde olması da ayrıyetten incelenmesi gereken bir şey. Öpüyorsun, bakıyor, tokat, küfür, kalkıyor, dönüyor, tekme, sandalyeden düşecekken dengeyi sağlama. Hepsi altı saniye. Çok iyi biliyorum ikimiz de unutmayacağız bu altı saniyeyi. Beraber ders yaptığımız on altı saat unutulacak, günden güne karanlığa gömülecek ama bu altı saniye hep öyle yüzeyde kalacak. Ancak bizimle beraber toprak altına inecek.
Sekizinci hikâye ~ Kimi Sevsem Çıkmazı
“Apartmanın girişindeki lambayı sen mi kırdın Bülent?”
“Hangisini?”
“Otomatik yanan, sensorlu lamba”
“Hayır”
“Komşu görmüş yalan söyleme. Süpürge sapıyla kırmışsın dün gece”
Önüme baktım.
“Neden kırdın?”
Cevap yok.
“Hasta mısın evladım? Söyle bana, neyin var, neden kırdın lambayı, yapma böyle…”
“Kırdımsa kırdım, ne olacak! Çok mu değerliymiş?”
“Lamba senden değerli mi evladım ... Sen değerlisin benim için”
“Beni görünce yanmıyordu baba.”
“Nasıl ya?”
“Görmezden geliyordu, yanmıyordu. Kaç sefer yok saydı beni”
“E beni görünce de, yanmıyordu bazen, böyle el sallayacaksın havaya doğru, o zaman yanıyor.”
“Hadi ya! sahiden mi?”
“Evet ucuzundan takmışlar. Bizimle bir alakası yok.”
Babama sarıldım. Yıllar sonra.
Yedinci hikâye ~ Alçakgönüllü Arzular
Yine boş bulundu, saçımı okşadı ensesinden tuttum, kendime çektim, dudaklarından öptüm. Kendini kurtardı, gözleri pörtledi. Açık hava konserlerinde annesini kaybetmiş çocuklar gibi dehşetle baktı bir an. Ama suç onda, benim gibi adamları, nasılsa on üç yaşındalar, daha çocuktur diyerek, ay ne sevimlisin tarzında sıfatlarla baştan çıkarmayacaksın güzelim, tutar öperler, kalırsın öyle. Gizem, ilk şaşkınlığını attıktan sonra sert bir tokat çıkardı. Sinirinden çenesi titriyordu. “İtoğluit!” diye fısıldadı. Çantasını alıp kalktı. Hırsını alamadığından olsa gerek döndü, bir de tekme salladı. Sandalyeden düşüyordum az daha.
Bütün bunların altı saniye içinde olması da ayrıyetten incelenmesi gereken bir şey. Öpüyorsun, bakıyor, tokat, küfür, kalkıyor, dönüyor, tekme, sandalyeden düşecekken dengeyi sağlama. Hepsi altı saniye. Çok iyi biliyorum ikimiz de unutmayacağız bu altı saniyeyi. Beraber ders yaptığımız on altı saat unutulacak, günden güne karanlığa gömülecek ama bu altı saniye hep öyle yüzeyde kalacak. Ancak bizimle beraber toprak altına inecek.
Sekizinci hikâye ~ Kimi Sevsem Çıkmazı
“Apartmanın girişindeki lambayı sen mi kırdın Bülent?”
“Hangisini?”
“Otomatik yanan, sensorlu lamba”
“Hayır”
“Komşu görmüş yalan söyleme. Süpürge sapıyla kırmışsın dün gece”
Önüme baktım.
“Neden kırdın?”
Cevap yok.
“Hasta mısın evladım? Söyle bana, neyin var, neden kırdın lambayı, yapma böyle…”
“Kırdımsa kırdım, ne olacak! Çok mu değerliymiş?”
“Lamba senden değerli mi evladım ... Sen değerlisin benim için”
“Beni görünce yanmıyordu baba.”
“Nasıl ya?”
“Görmezden geliyordu, yanmıyordu. Kaç sefer yok saydı beni”
“E beni görünce de, yanmıyordu bazen, böyle el sallayacaksın havaya doğru, o zaman yanıyor.”
“Hadi ya! sahiden mi?”
“Evet ucuzundan takmışlar. Bizimle bir alakası yok.”
Babama sarıldım. Yıllar sonra.
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder